TARİKATLAR VE CEMAATLARDA YAPILAN YANLIŞLAR

TARİKATLAR VE CEMAATLARDA YAPILAN YANLIŞLAR

Cemaat denince aynı inanç ve düşünce ve dünya görüşü etrafında toplanmış insanlar grubu anlaşılır.

TARİKATLAR VE CEMAATLARDA YAPILAN YANLIŞLAR

Bu konuya başlarken ilkin cemaat ve tarikatlar hakkında biraz bilgi paylaşalım.

Cemaat denince aynı inanç ve düşünce  ve dünya görüşü etrafında toplanmış insanlar grubu anlaşılır. Tarikat  da gene cemaat olup bir silsileye mensup alim ve kamil insanlara bağlı insanlar topluluğudur. Bu tanıma göre Nurculuk bir cemaattir, ama tarikat değildir. Nakşibendilik, Kadirilik bir tarikattır. Çünkü bunlarda silsile vardır. Nakşibendilik  Hz. Ebubekir RA Efendimize nisbet edilen ve Şahı Nakşibend Muhammed Behaeddin Buhari Hazretlerinin  isimlendirdiği ve silsile yoluyla bugüne kadar kamil alimler tarafından devam ettirilen irşad halkalarıdır. Aynı şekilde Kadirilik de nisbet olarak Hz. Ali Kerremallahü veche Efendimize dayandırılan ve Abdülkadiri Geylani Hazretlerinden ismini alan ve silsile yolu ile devam eden insanları irşad halkaları grupları yani cemaatleridir.    Bütün tarikatlar böyle silsile yolu ile tarih boyunca gelen cemaatlerdir. Ama buna karşılık Nurculuk bir tarikat değildir. Bediüzzaman Saidi Nursinin kurduğu fakat silsilenin bulunmadığı bir cemaattir.  Cemaatin lideri vardır fakat silsile değildir. Türkiyede ve İslam aleminde tarih boyunca  tarikatlar ve cemaatler içtimai (sosyolojik) bir gerçek olarak var olmuş ve insanları irşat etmiş doğru yola iletmiş İslam’ı yaşamayı öğretmişlerdir. Tarikat ve cemaatlerin gayesi İslam’ı daha iyi yaşama Allahın rızasını kazanma, peygamberimizin yolundan sapmama nefsini ıslah edip iyi ahlak sahibi olmak ve buna uyan daha bir dizi amellerdir.  İslam aleminde başlıca sahih tarikatlar Nakşibendiye, Kadiriye Mevleviye Sühreverdiye ve Çeştiyyedir. Ayrıca  Bektaşilik Şazeli ve Kuzey Afrikada Sunusilik gibi tarikatlar da vardır. Bir de bu tarikatların alt kolları vardır. Kafkasyada Şeyh Şamilin temsil ettiği Nakşibendiliğe bağlı Müridizm kolu Nakşiliğin ayrıca Mevlana Halidi Bağdadiden başlayan Halidiye kolu  halen Süleyman Efendinin kurucusu olduğu Süleymancılık gibi kolları vardır. Bektaşilik Osmanlı Devletinde ve orduda hakim bir tarikattı. Her tarikatta veya her dergahta irşad ve terbiye de farklı usuller vardır. Bazıları nefis terbiyesine riyazete bazıları zikre önem verir.

 

Bu girişten sonra tarih boyunca ve halen bütün İslam coğrafyasında içtimai (sosyolojik) bir gerçek olan tarikatlar hakkında var olan önyargıları önce tahlil etmekte fayda görüyorum. Sonra da tarikat ve cemaat mensupları arasında rastladığımız yanlışları irdelemek istiyorum.                                         Tarikatlar hakkında ön yargılar başlıca şunlardır:                                                 Peygamberimiz zamanında tarikat tasavvuf yoktu.                                                           Tasavvuf  anlayışında Yunan Hind  İran tesiri vardır.                                                          Rabıta şirktir. Şeyhe ölünün yıkayıcıya teslim olması gibi itaat şirktir.                                                                                                                        Tasavvuf  insanları miskinleştirir  tembelleştirir. Bu zaman tasavvuf zamanı değildir. İmanı kurtarma zamanıdır. Bu ve  buna benzer eleştiriler tarih boyunca da günümüzde de mevcuttur.    

Tarikatların konusu olan tasavvufla ilgili önce  Merhum Es’ad Coşan (rh a) Hocamızla yapılan bir mülakattan bazı alıntıları paylaşmak istiyorum. Bu mülakatta tasavvufla ilgili olan ayeti kerimeler de verilmektedir. Bu mülakatta ayrıca tasavvuf ve tarikatlara yönelik eleştirilere karşı cevapları bulabilirsiniz. Ben bu yazıda bazı önyargılara kısmen temas edeceğim. http://www.iskenderpasa.com/F19D1BAE-2BEB-44B3-BF5D-328C63057C9D.aspx  linkini tıklayarak yazının tamamını okuyup inceleyebilirsiniz.

Bu ayeti kerimeler:

Cinleri ve insanları başka şeyler için değil ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ez-Zariyat :56

‘’O Allahü teala’dır, hanginiz daha iyi amel işleyecek, diye size bu hayatı bahşeden, ölümü ve hayatı yaratandır’’ Mülk S:2

‘’Allah’ı unutanlardan olmayınız, unutanlar gibi olmayınız.’’  Haşr :19

Allah’ı unutmamak, daima hatırda tutmak işte bunu sağlamak için  Kur’an-ı Kerim’in tavsiyeleri var:

“Sabah, akşam Allah’ın ismini yad et, an.” “Allah-ı çok anınız ve O’nu sabah-akşam tesbih eyleyiniz...” (El-Ahzab 33/41-42) 

“Allah’tan nasıl korkmak lazımsa o şekilde korkunuz, çekininiz, ne yapıp yapıp muhakkak müslüman olarak ölünüz.” (Al-i İmran-3/102).

“Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz, sakınınız, çekininiz, takva ehli olunuz, ve kişi, şimdiden, o tarafa ne gönderdiğine baksın.› “Allah, sizin yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır, her yaptığınızı bilmektedir”, (El-haşr 59/18)

“Kim nefsini temizleyebilmişse, tezkiye edebilmişse, o felah bulmuştur. Kim ki bu işi başaramamışsa o da hüsrana uğramıştır, çok pişmanlık duyacak bir duruma düşmüştür.” (Eş-şems 91/9-10) buyurularak, kalbi, batını temizlemenin ehemmiyeti anlatılıyor.

Hadisi Şerif:  “Küçük cihaddan geldiniz, büyük cihad sizi bekliyor...” şeklindeki “kişinin nefsiyle çarpışmasını” büyük cihad olarak anlatan, nefis arzularına karşı çıkmak gerektiğini, onu dizginlemek, firenlemek gerektiğini anlatan hadisler gibi... deliller, tasavvufun islami temele dayalı olduğunu açıkça göstermektedir.    Bütün bunlar hiç bir dış tesire; Hint, İran, Yunan tesirine hacet bırakmadan, iman etmiş kimseyi, Allah’ı daha iyi tanımaya yöneltecek emirlerdir. İnsanı, kendi içini tezkiye etmeye yöneltecek emirlerdir.

    O halde, tasavvufun menşeini İran’da aramak, Yunan’da, Hint’te aramak, Hıristiyanlıktan geçmiş gibi göstermek vakıalara, gerçeklere uygun değildir. İslam’ın kendi öz gelişmesini, kendi içindeki ruhi hayatını tanımamaktan doğmaktadır. Belki de İslam’ı kendi özgü değerlerden mahrum bırakarak, onu küçültmek gayesini taşımaktadır. Her şey, “ordan alınmış, burdan alınmış diyerek”, İslamiyeti sanki derleme-toplama bir şeymiş gibi göstermek, küçük düşürücü, sinsi, müsteşrikce bir gayret olmaktadır.

    Bizzat, tasavvufu anlatan mutasavvıflar vardır. Bunlar, bir noktaya özellikle parmak basarlar; “Tasavvuf söz değil; haldir.” derler. Bu ifade gereğince tasavvuf, bir “hal” olunca, adı olsun olmasın, o “hal” ta Hz. Peygamber zamanında Ashab-ı Kiram’ın üzerinde de mevcuttur. Hz. Peygamber, mutasavvıfların da sultanı idi. Hz. Peygamber, hayatı boyunca, tevazu ile, ibadete düşkünlüğü ile, hadiseler karşısında davranışlarıyla bu hayat tarzının en güzel bir örneğiydi.

 Resulullah efendimize gelen ilk ayet-i kerimelerde, gece kalkmak emrediliyor. İkra, Müddessir, Müzemmil sureleri ilk inen surelerdir. Müzemmil suresinde gece ibadeti, derhal tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamberin kendisi ve ashabı, fiilen geceleri kalkıp Allah’ı tazarru ve niyazla, geceyi ihya etmişlerdir. Zaten peygamberlikten önce Hıra Mağarası’na çekilerek ibadet ettiğini biliyoruz; ibadetlerine daha sonra bu şekilde devam etmiştir. Aynı surenin son ayetinden anlaşılacağı üzere Ashabın fiilen geceleri kalkıp Allah’ı tazarru ve niyazla anmalarının, geceyi ihya etmelerinin en büyük amillerinden birisi, süratle bu emre sımsıkı sarılmaları olmalıdır.

    Ashabın ahlakının çeşitlerini, misallerle çoğaltabiliriz. Bu hususlarda Resulullah, onlara en güzel numuneydi. Ashabdan sonra tabiinin de filleri böyleydi. Tasavvuf ve sofi kelimesiyle o zaman tabir edilmeyen özellik “hal” olarak mevcuttu.
Tabiinden aynı titizlik, ciddiyet ve aynı sevgi ile, aynı takva duygusuyla dolu olanlar da, müslümanlardan aynı ilgiyi gördüler. Böylece tıpkı hadis-i şeriflerin müteselsilen aktarıla geldiği gibi bu husustaki davranışlar da daha sonraki nesillere müteselsilen intikal ettirildi.
Ve bu halis insanlar, tasavvufi grupları böylece tarihi ve tabii seyri içerisinde sosyolojik bir hadise olarak meydana getirmişlerdir. Peygamberimizin zamanından beri “hal” olarak vardı, tasavvuf kelimesi daha sonra zuhur etmiştir.

 Bu yolun, daha sonraki asırlarda tarikatlar olarak devam etmesi; işin bir takım erkan ve usulünün konularak sistematize edilmesi meselesine gelince; bundaki en önemli psikolojik ve sosyolojik saik de, bence, gene Resulullah’ın eğitim ve öğretim metoduna ittibadır. Resulullah Efendimiz, malum olduğu üzere, sohbet yoluyla kişileri yetiştiriyordu. Mesela Mescid-i Nebevi sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda bir ilim ocağı idi. Resulullah a.s.dan hadis dinlemek, kur’an öğrenmek, dini bilgileri elde etmek, ondan istifade, istifaze etmek isteyen insanlar orada gece gündüz kalıyordu. “Ehl-i suffe” ya da “Ashab-ı suffe” denilen bu sahabiler, geceleri 70-80 kişiydiler ama; bu rakam gündüzleri 400-450 ye çıkıyordu. Büyük bir kalabalık, Resulullah’tan bilgi öğrenebilmek için oraya toplanıyor. Bu vakıa onu göstermektedir. Peygamberimiz a.s. dini öğretmek üzere kabilelere adam göndereceği zaman onları “Ashab-ı suffe” içinden seçerdi. Onlarla oturur, (suffe ashabı ile) sabaha kadar sohbet ettiği olurdu. O sohbetin zevkinden uykuların unutulduğu ve sabaha kadar sohbet edildiği olurdu.

    Bu sohbet, müessir bir eğitim yoludur. Öğrenciyi karşınıza alıyorsunuz, İlahiyat Fakultesi, Hukuk Fakultesi’nde olduğu gibi, başka yerlerde de olduğu gibi, belli kitapları okutuyor, salıveriyorsunuz; gidiyor. Ama sohbette beraber oluş, beraber oturup kalkma daha müessir; çünkü “hal” olarak mücessem, müşahhas bir numune var ortada; onu görmek, dinlemek, taklit etmek kolay oluyor. Bundan öte, taklit edici şahısların kusurlarını da bilgili şahsın düzeltmesi kolay oluyor. Onun bir hatasını gördüğünde, kaçırmayacak, kırmayacak bir tarzda, zarif bir işaretle tashih etmek mümkün oluyordu. Bu yol Resulullah’ın yolu olduğu için tasavvuf da bu eğitim yolunu, “şeyh-mürid sohbeti” yolunu tercih etmiştir.’’

 

 

Rabıtanın şirk oluşu iddiası mesnetsizdir. Şirk Allaha ortak koşmaktır. İnsanın sevdiği  hocasını düşünmesi tefekkür etmesinin şirk ile ne alakası vardır. Allah C.C. Sadıklarla beraber olunuz diyor. Bu onların yanında olun onlardan istifade edin bir şeyler öğrenin demektir.   Rabıta ile insan uzakta olan hocasından feyz alır, manevi bakımdan yükselir, kendine çeki düzen verir.

Müridin şeyhine karşı mevtanın yıkayıcıya(gassala) tabi olması gibi itaat etmesine itirazlar olmaktadır. Bunun için Es’ad Hocamız :‘’Mürid ahlaken gelişmek manen ilerlemek için geçici bir dönem böyle teslim olmalıdır. Bu ilanihaye böyle değildir.’’ Demişti. 

Emperyalist İngilizler Osmanlı ile mücadele ederken iki büyük tehlike tesbit etmişler. Birisi hac ikincisi tarikatlar ve cemaatler. Müslümanlar hacda bir araya gelince meselelerini tartışıp müzakere ediyorlar, emperyalistler hakkında bilgi sahibi olup ona göre tedbir alıyorlar.  Tarikatlar ve cemaatlerde halis Müslümanlar yetiştiği için asırlardır Orta Asya’da Türkistan’da Rus diyarlarında Müslümanlar dinini koruyabilmiş, imanını muhafaza edebilmiştir.  Bu nedenle Emperyalistler bulaşıcı hastalık bahanesi ile haccı engellemeye  çalışmışlar. Ayrıca tarikatlar aleyhinde yoğun propaganda yapmışlar. Bu nedenle bugün tarikat cemaat denince önyargı oluşturmayı başarmışlar. Tarihte bir çok meşayıh(şeyhler) müridanıyla birlikte savaşlara katılmıştır. Bu nedenle tarikatlar miskinlik  tembellik yuvaları sözü tarihi gerçeklerle bağdaşmaz. 

 

Burada önemli olan husus şudur: Alim veya mürşid veya şeyh nedir lider önder kimdir, neyin nesidir? İslam’ı nasıl yaşıyor, ilmi seviyesi nedir?  Onu yetiştiren hoca ve hocasının hocası kimdir? Peygamber Efendimizin sünnetine ne derece bağlı? Bu ve benzeri soruların cevapları tatmin edici olursa ona bağlanılır, itaat edilir. Hakiki alimler Peygamber Efendimiz(SAS) in varisleridir. O halde nasıl peygambere itaat ediyorsak hakiki alimlere de itaat etmemiz lazımdır. Burada en önemli husus kim hakiki alim (mürşidi kamil) kim değil onu bilmek lazımdır. Bunun için herkesin en az İslam’ın ve dinin temel esaslarını bilmesi doğruyu yanlıştan ayırabilmesi veya güvendiği ilim sahibi insanlara danışması lazımdır. Bir alim bir mürşid  Sünneti seniyyeye sımsıkı sarılmıyorsa, bağlılarına İslam’a iman esaslarına uymayan emir ve talimatları varsa ona itaat edilmez.  O yol yanlıştır.  Bu vesile ile denir ki her çeşmeden su içilmez. Böyle noksan veya sahte şeyhlere ahiret yolunun haramileri denir. Bunlar kötü örnek olup insanları doğru yoldan saptırırlar.

Bir hadisi şerifi de  paylaşmakta fayda görüyorum:

“İnsan­lar helak oldu; âlimler müstesna. Âlimler de helak oldu; ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helak oldu; ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.”

Yani alim olmak amel sahibi de olmak yetmiyor ihlasla amel yapan alim olmak hakiki alim olmak önemli.

Bir tarikat veya cemaatte şeyh veya imam veya lidere bağlılık ve itaat esastır. Şeyhin veya liderin sözleri dinlenir ve emirleri yerine getirilir. Aksi takdirde bağlılık olmaz ve irtibat intisap kopar. Koparsa ne olur? O cemaatte disiplin bozulur, hizmetler aksar, güven sarsılır, ayrılanın manevi gelişmesi durur, feyzi kesilir.  Sahih tarikatlarda usul genel olarak böyledir.

Tarikat ve cemaatler aile ve aşiretlere sülalelere benzetilebilir. Tarikatlar  aynı zamanda  meslek veren bir okul gibi de düşünülebilir. İnsan nasıl meslek sahibi olmak için usta çırak eğitimi yetmiyor bir orta veya yüksek tahsil yapıyorsa Allah’ı bilmek ve onu unutmamak için ve ayrıca iyi ahlak sahibi olmak için bir tarikata intisap eder.

 

Tasavvuf kitaplarında Allaha giden yollar nefesler sayısınca yani çok olduğu bildirilir.  Aynı şekilde Allahtan alıkoyan insanı doğru yoldan uzaklaştıran yollar da çoktur. Yani her şeyh her alim hakiki   alim veya mürşidi kamil değildir.  Cemaatlerdeki bu yapıyı bilen ve ondan maddi bir çıkar ve şöhret sağlamak isteyenler olduğu gibi bir toplumu veya milleti dejenere etmek, İslam anlayışımızı bozmak, Müslümanları birbirine düşürmek isteyen aralarına düşmanlık ve fitne sokmak isteyen yabancı devletler veya istihbarat örgütleri  bu yolla kirli emellerini gerçekleştirebilirler. Bunun için saf veya hain birçok insanı kullanabilirler. İşte bugün tarikatlar ve cemaatler hakkındaki yanlış kanaatler önyargılar emperyalistler ve belli mahfillerin oyunları, ortaya koydukları kötü örnekler ve propaganda sonucu oluşmuştur.

 

Birde Tarikat ve cemaat mensuplarında görülen yanlışlar var ki bunlar da çok önemlidir.

 

Ben bugüne kadar gerçekten ahlaken örnek alınacak şekilde tarikat terbiyesi   almış     birçok  tarikat ehli veya cemaat mensubu olgun ve mükemmel insan  gördüm.  Ancak yanlış yapanları da  gördüm. Bir genç dinden imandan habersiz,  kötü alışkanlıkları varken tarikata girip namaza başlayıp kötü alışkanlıklarını da bırakınca o tarikat veya cemaat sayesinde iyi bir insan olur, en başta ailesi ve çevresi de bundan mutlu olur. Ancak her zaman böyle olmuyor, tarikata giren bazıları tarikatın dışında kalan diğer insanları ve Müslümanları kusurlu görmeye hatta dalalette görmeye başlıyor, tekfir ediyor. Bazıları evinden ailesinden kopuyor. Ailesini de terk edebiliyor, çocuklarını eşini ihmal ediyor.  Ana babaya çok yumuşak davranın onlara öf bile demeyin diye ayet varken ana babaya asi oluyor ki bu hal büyük günah ve en büyük yanlışlardan biridir.

Cemaat olsun tarikat olsun, öncelik  Kuran ve sünnet ayeti kerimeler  ve hadisi şeriflerdir. Hiçbir kitap Kuran ve Hadisten öncelikli olamaz. Ayrıca bir cemaat mensubunun kendi cemaatinden olmayanları kafir olarak   görmesi, sonunda kendisinin kafir olması demektir ki bu çok büyük bir cehalet ve taassuptur. 1970 lerde elime bir cemaate ait bir broşür geçmişti. O broşürde yazılanları okuyunca şok oldum. Kendi üstatlarının son evliya olduğunu ve üstadına mürit olanların mehdinin ordusun; olmayanların, imam hatiplilerin, ilahiyat fakültelilerin ve Yüksek İslam Enstitülülerin deccalın askeri olduğu ve buna benzer daha on kadar madde okuyunca ilk aklıma gelen bu broşürü Müslümanların arasını açmak için bir istihbarat görevlisinin hazırladığını düşündüm. O grupta sevdiğim saygın arkadaşlarım var. Böyle bir eğer gerçekse demek ki o cemaat dışarıdan birileri tarafından yanlış yönlendiriliyor demektir.

Birçok cemaat evinde kalan üniversite talebeleri o evlerde her istediği dini eseri okuyamaz, kendi cemaatinin yayınlarından başkasını okumasına izin verilmez. Sorgulamadan itaat istenir. Bu durumlar tabii yanlıştır.   

Birçok genç bir cemaate girer ve ana babadan koparılır. Anne babası onu göremez. Allah yolunda cihat ediyorum hizmet ediyorum diye ana babasından çevresinden kopar. Bu büyük  bir fitnedir büyük günahtır. Ana babaya itaat derken ayeti kerime  ve hadisi şeriflerde dikkat ederseniz ana babanın dindar olup olmaması konu edilmiyor. Ana babanın ancak dine aykırı emirleri yerine getirilmez.  Böyle evladı ebeveyninden ayıran cemaatlerden uzak durmak gerekir.   

Risalei Nur Talebelerinin bir sözü vardır. Benim yolum hak de ama sadece benim yolum hak diğerleri yanlış deme. İşte bu söze rağmen birçok cemaat mensubu cemaatinden olmayanları dalalette görmektedir. Bu tabii taassuba bağlı bir yanlıştır.

Kıssa

Hata ve günahları çok olan bir adam aklı başına gelmiş, günahlarından arınmak için hacı Bektaş-ı Veliye müracaat etmiş.  Hacı Bektaş-ı Veli adamı dergahına kabul etmemiş. Adam bu sefer Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye gitmiş. Mevlana adamı kabul etmiş. Adam tövbekar olmuş, derken iyi bir Müslüman olmuş. Bir gün Mevlana Hazretlerine ‘’ Efendim Hacı Bektaş-ı Veli beni kabul etmedi siz kabul ettiniz’’demiş. Mevlana Hazretleri Hacı Bektaş-ı Veli için ‘’ O öyle bir nurdur ki onun üzerinde tek bir siyah nokta bulunmaz onun için seni kabul etmedi’’ demiş. Adam bir gün de Hacı Bektaş-ı Veli’yi ziyarete  gider ona da  aynen ‘’ Siz beni kabul etmediniz fakat Mevlana Hazretleri kabul etti’’ der. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri de cevaben ‘’ Evladım Mevlana öyle bir ummandır ki onun içine giren nekadar kirli olursa olsun pırıl pırıl tertemiz olur’’ der.

    Yani iki farklı alimin birbirleri hakkındaki  sözleri birbirlerini nasıl teyid ve takdir ediyor görüyorsunuz.  Batı’da ise filozoflar veya düşünürler birbirinin noksanını kusurunu bulur, birbirini tekzip ederler. 

Günümüzde ise maalesef cemaat ve tarikatlar arasında bir dayanışma kaynaşma yok, rekabet var.  Bu minvalde büyük yanlışlar kusurlar görülüyor. Mesela bir devlet kurumunda bir cemaat hakimiyeti söz konusu ise o kuruma o cemaatten olmayan birisinin  gerekli şartlara liyakate ehliyete sahip olsa bile girmesi mümkün değildir.  Geçenlerde bir televizyon programında Hüseyin Gülerce’yi dinlemiştim. Kendisine tanıdığı birkaç bürokrat ‘’Bulunduğumuz kuruma eleman alınacak. Adaylar arasında o görev için şartlar eşit olursa kendi grubumuzdan olanı mı olmayanı mı  alalım?’’ diye soruyorlar. O da cevaben ‘’ Kendi arkadaşınızı alabilirsiniz. Ancak eğer kendi arkadaşınız olmayanları da seçerseniz kalpleri size ısınır ve size de kimse bunlar kendilerinden olmayanı almıyorlar diyemez’’ diyor.   Tabii  onlar yine bildiklerini okuyorlar.

Yine yıllar önce bir üniversite rektörünün cemaatinden olmayan  kimseyi üniversiteyi almadığını hatta  bir sınavda bomboş kağıt veren bir adayı geçer not verdiğini işitmiştim. Bu sınav kağıdın da zamanın cumhurbaşkanı S. Demirel’in eline geçtiğini ve bu nedenle o rektörün görevden alındığını;  o üniversitenin mütevellisinden bir arkadaşımdan duymuştum. Emanetin ehline  verilmesi Kuranın açık emridir. Böyle kayırmalar İslam’a aykırıdır.

Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.) [Nisa 58]

Maalesef  böyle birkaç değil çok örnek var. Buna cemaatçilik deniyor ki bu müzmin bir hastalığımız maalesef.  

Bu yanlışların kusurların bedelini ağır ödüyoruz.  Aynı kıble ehli dindar insanlar birbiri ile kaynaşamazsa farklı coğrafyadaki Müslümanlar arasında dayanışma ve birlik olamaz. Netice  mezhep ayrılıkları sonucu halen bütün şiddetiyle devam eden ve bitmek bilmeyen savaşlar; sonuçta kan ve gözyaşı yıkılan harap olan İslam Medeniyeti şehirleri katliamlar ve dahası.

  

 

Tarikat ehli olanların ibadeti daha çoktur, sünnetlere dikkat ederler, nafile namazlar zikirler derken ameli ile kendini beğenmesi(ücup) de bir başka büyük yanlıştır. Yani tarikata girince dikkatli olmak önce farzları, vacip ve sünnetleri ve şirk riya küfür kendini beğenme gibi  kalbin günahlarını da iyi bilmek lazım vesselam. Bunun içinde asgari seviyede dinini öğrenmek gerekir. 

Tarikat ve tasavvuf ehlinde sık gördüğüm bir yanlış da tarikata girişte  niyettir. İnsan tarikata Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olmak niyetiyle girerse muvaffak olabilir. Mürşidi Kamilin verdiği vazifeleri (ki bunların hepsi sünnetler farzlar vaciplerdir) yaparsa olgunlaşır sevap kazanır manevi derecesi yükselir. Keramet sahibi olmak evliya olmak için gösteriş için girilirse ondan hayır çıkmaz. Mehmed Efendi Rahmetullahi Aleyh Hocamız en büyük keramet istikamettir ve gaye ne şeyhlik ne dervişlik ne hacılık ne hocalık gaye Allah’ın rızasıdır derdi. Tarikatlarda nefis terbiyesi ile ilgili değişik usuller yollar uygulanır.   Ehli tarik denince örnek Müslüman anlaşılır, herkesle iyi geçinen yumuşak huylu, edepli ve terbiyeli bir kimse anlaşılır.

Bir başka yanlış da mürşidi kamillerden üstatlardan  keramet beklemektir. Şeyh uçmaz mürit uçurur derler.  Evet keramet haktır ama keramet maksat gaye değildir.  Keramet her zaman o zatın muteber biri olduğunu göstermez. Müslüman olmayan insanlardan da keramete benzer fevkalade haller görülebilir. Buna istidraç denir. Sohbetlerde keramet konuşulması iyidir, ancak gaye doğru yol yani istikamettir takvadır.                     

Keramet Hakkında Bir Kıssa

Aziz Efendi R.A. Hocamızdan bir grup hanım haftada bir gün gelir sohbet dinlerler ders yaparlarmış. Bir gün hanımlardan biri  ‘’Bu zatın evliya olduğu söyleniyor. Bugüne kadar biz  evliyalık bir tarafını görmedik ‘’demiş. Diğer hanımlar da onu tasdik etmişler. Hanım demiş ki bu zatın bir evliyalığını görelim derse devam edelim, göremezsek dersi bırakalım. Bir  başka hanım demiş ki  ‘’Peki nasıl bir evliyalık görelim demiş. O hanım da gelecek ders hepimiz kapıda toplanalım fakat kapıyı çalmayalım. Kapı kendiliğinden açılırsa evliya olduğunu anlarız. Açılmazsa demek ki değilmiş der dağılırız demiş. Teklifini demokratik usulle oylamaya sunmuşlar ve o hanımın teklifi kabul edilmiş.

Kararlaştırdıkları  gibi ders saatinde toplanmışlar ve kapıyı çalmadan beklemişler. 10-15 dk bir süre beklemişler. Kapı açılmamış. Teklif sahibi hanım demiş ki gördüğünüz gibi kapı açılmadı geri dönelim dağılalım demiş. Hanımlardan biri  demiş ki ‘’Evet böyle bir karar aldık ama uzak yerlerden gelenlerimiz var. Gelmişken kapıyı çalıp girelim ve bu dersten sonra bir daha gelmeyelim demiş. Hanımın teklifini oylamaya sunmuşlar ve hanımın teklifi kabul edilmiş. Son defa derse girmek üzere kapıyı çalmışlar ve kapı açılıp içeri girmişler herkes salonda yerini almış.

Biraz sonra Aziz Efendi Hocamız gelmiş ve derse başlamış. Hocamız ‘’Hanımlar demiş bugün size çocukken  başımdan geçen bir hadiseyi anlatacağım demiş ve devam etmiş.

Ben 7-8 yaşlarında iken bir gün babam beni mezarlığa götürdü. O gün hava hafif yağışlı yerler ıslak ve kısmen de çamurdu. Babam mezarlıkta demir parmaklıklarla çevrili bir kabrin önünde durdu. Benim bildiğim kadarı ile bu kabrin 10 senedir açılmayan paslanmış bir kilidi vardı. Babam bu paslı kilidi olan kapının önünde dururken birden o paslı kilit açıldı. Babam yere düştü yuvarlandı, üstü başı çamur oldu. Ayağa kalkmaya çalıştı. Zar zor ayağa kalktı fakat tekrar düştü. Tekrar kalktı tekrar düştü derken eve döndük. Dönüşte  de birkaç defa düştü. Eve  döndüğümüzde babam sordu ‘’Oğlum bugün ne oldu ne gördün? Ben de mezarlığa gittiğimizi demir parmaklıklı ve kilidi paslı kabirin önünde dururken kilidin birden açıldığını söyledim. Babam başka ne oldu diye sordu. Ben de kendisinin düştüğünü üstünün başının çamur olduğunu ve ayağa çok zor kalkabildiğini ve tekrar tekrar düştüğünü anlattım. Babam bana tekrar sordu.  ‘’Bu olanlardan ne anladın oğlum?’’ Ben de ‘’Bir şey anlamadım baba’’ dedim. Babam da bana dedi ki ‘’Oğlum ilerde büyüyünce anlarsın dedi. Hanımlar bugünkü dersimiz bu kadar der ve Aziz Efendi Rahmetullahi aleyh Hocamız kalkar. Ondan sonra hanımlar böyle bir keramet beklediklerine çok pişman olurlar.

Kıymetli Okuyucu bu yazıda tarikata bakış açısındaki bazı yanlışları ve cemaat ve tarikat mensuplarında karşılaşılan yanlışları tahlil etmeye çalıştım.   Özetlemek gerekirse

1.Tarikatlar ve cemaatler İslam Coğrafyasının tarihten gelen ve halen nüfuz alanı yaygın olan sosyolojik (içtimai) gerçekleri, Müslümanların manevi dinamikleridir.

2.Tasavvuf İslam’ın özüdür. Birçok tanımı vardır. Tasavvuf  sonradan çıkma değil, Peygamber  Efendimizden itibaren vardı. İslam Coğrafyasının büyüyüp genişlemesine bağlı olarak Peygamber Efendimizin eğitim metodu sohbet tarzında olduğu için benzer şekilde sonradan sohbet halkaları oluşumu ile tarikat ve cemaatler ortaya çıkmıştır.

3.Tarikatlarda silsile esastır. Tarikat veya  cemaat olsun lider imam şeyh önemlidir. Kuran ve Sünnete genel olarak İslama inanç ve itikadına aykırı bir tarikat ve cemaatlerde hayır yoktur. Kem alat’tan kemalat (kötü aletlerden olgunluk) olmaz. Tarikat ve cemaatlerin usul ve prensipleri  dinimizin esaslarına ehli sünnet itikadına aykırı olamaz.

4. Milletimizin kafasını karıştırmak için İslam’a zarar vermek için emperyalistler belli şer odakları kötü örnekler  olmak üzere tarikat veya cemaatler kurabilir,  mevcutların içine sızarak yanlış yönlendirebilirler. Bunda da kısmen başarılı olmuşlardır. Bu konuda çok dikkatli olmak gerekir.

5. Tarikatlar ve cemaatler kusurlu olsa da  İslam’a hizmet ediyor, bağlılarının bilhassa gençliğin  dinine bağlı yüksek ahlak ve maneviyat sahibi olmasına yardımcı oluyor.

6. Tarikatlar ve cemaatler arasında rekabet değil hayırda yarış olmalıdır.

7. Tarikat ve cemaatlerin gayesi toplumu irşat etmek, örnek ve iyi Müslüman yetiştirmek İslam’a ve topluma hizmet etmektir.

8. Birkaç kişi bir araya gelince de cemaat olabilir. Cenabı Hakk’ın rahmeti cemaat üzerinedir. Onun için ayrılıkta azap cemaatte rahmet vardır.

Allah bizi doğru yola iletsin, yanlış yola saptırmasın, yanlışlardan korusun.

Dr. Mehmet Bozkurt

Bu haber toplam 3700 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler